Nasıl olsa millet inanıyor.
Biz işimize bakalım diyorsunuz öyle mi?
Milletin gözünün önündesiniz, başka hiçbir işiniz ve hatta geliriniz olmasa da biraz Ali’den, biraz Veli’den ve hatta ara ara ekmek arası bir yerlerden işi götürüyorsunuz.
Adı da “vatan, millet, Sakarya”…
Allah bilir ya, siz Sakarya’nın nerede olduğunu da bilmiyorsunuz da, neyse!
Toplum mühendisliğine soyunan, içimizdeki “kazmaya ıh” diyenlere sesleniyorum, eyyyy halkım!
Birilerimizin; bu topraklar için, bu kadim halk için harıl harıl çalışırken, emek verip-ter dökerken başka birilerinin kenardan hem de kibir atı üzerinden kendilerini bir halt gibi gösterip izlemesi, artık kanıma dokunmaya başladı.
Birilerinin var olan hizmetleri, emekleri ve yapılmış olan bütün güzellikleri sahiplenmesi ve gerçek emektarlarını çiğneyip geçmesi canımı sıkmaya başladı.
O birilerinin sırf birkaç kelamı ezberleyip, takım elbise giyinerek ve medeniyetin tek sembolüymüşçesine kravat takarak ortalıkta emri vaki hal ve hareketlerde bulunması ciddi olarak rahatsızlık vermeye başladı, bilinsin…
Bu saatten sonra kim atı alır Üsküdar’ı geçer, kim yaya kalır Deli Dumrul köprüsüne takılır bilmem ama bildiğim tek bir şey var ki o da bu işin artık eskisi kadar rahat olmayacağıdır.
Oh ne rahat; topla etrafına üç-beş arkadaş topluluğu ve kur bir dernek, koy adını vatan-millet-Sakarya içeriklerini barındıran ve tarih kokan ve maneviyat kokan bir isim, sonrasında ön plana atıver Mustafa Kemal’in, Nene Hatun’un, İbrahim Hakkı Hazretlerinin veya İbrahim Erkal’ın sevgi sözlerini, kaleme al veya aldır şehrin bir ünlüsünün hayatını, sonrasında birilerinin emeklerinin üzerinde boyutlanmış projelerine destek çıkma amacıyla sahiplen ve kamu desteğini de ardına alarak hayatını idame ettir.
Fuarlar, festivaller, organizasyonlar, hizmetleriyle birlikte sana bedava…
Etkinliklerde, senden olanların sayesinde adın ön planda;
Sanki de bu şehrin kuruluşundan bu yana atalarından kalan mirasın varmış gibi hem de…
Ortada koskocaman bir hiç ve büyükçe bir dana gözü “sıfır”.
Şehrin hali ortada işte!
İki kere iki, dört…
Diyorsunuz değil mi?
Ne verdiniz bu halka, bu şehire.
Bu topraklara hangi tohumu attınız, ikilikten-ötekileştirmekten başka.
Nerede ve nasıl bir eseriniz var? Halen daha göremiyoruz ama attığımız adımlarımızın nihayetinde yol ne hikmetse hep çıkmaz-daracık sokaklar gibi size çıkıyor…
Şu milletin yakasından bir düşmediniz gitti.
Kimden mi bahsediyorum.
Bulundukları her ortamda sırf en önde oturmak için hep kafası etrafı kolaçan eden ve tanıdık bir görevli bulma aşkıyla yananlarımızdan, bu şehrin sırtında yük olanlardan bahsediyorum.
Onlar farkında değillermiş gibi görünseler dahi. Onlar umursamaz görünseler dahi, hatta ve hatta onlar kendileri salağa yatarak, pişkinlikleriyle bu milletin sırtında yük olsalar dahi, artık bu millet kimlerin kazmayı kullandıklarını ve kimlerinde kenardan hiçbir zahmete girmeden “ıh” dediklerini artık biliyor.
Merak etmeyin kazma sapının çalışacağı günlerde gelir bir gün, yoksa her şey güllük gülistanlık olsa böyle hayata can kurban.
Ekmek “el”den, su gölden değil mi?
Kamu onlara var ve bunu çok iyi kullanıyorlar. Kamusalın dışında bir hiç olduklarının çok ama çok iyi farkındalar ama sözüm ona kendileri için hiçbir şey istemiyorlarmış…
He aynen dediğim gibi size inandık.
İnandık ve bele ey…