Viktor Tsoi’nin Sovyetler Birliği’nin perestroykasının şafağında söylediği “Değiştirmek! Değişim bekliyoruz!” cümlesi, neredeyse 40 yıl önce toplumları etkilemeye başlamıştı. Tsoi’nin bu çağrısı, 1980’lerin sonlarında eski SSCB’nin siyasi yapısında köklü değişiklikler bekleyen bir halkın ifadesiydi. Bugün, 2024’ün sonunda, dünya yine bir değişim döneminden geçiyor. Ancak bu değişim, daha farklı bir karaktere bürünmüş durumda. Hem eski Sovyetler Birliği’nde hem de günümüz dünyasında, insanlar değişimin ne şekilde gerçekleşeceğini ve bu değişimin sonunda neye yol açacağını tam olarak kestiremiyor. Ancak bir şey net: Statükoyu savunma düşüncesi, halkın geniş kesimlerinin desteğini kazanamıyor. 2024 yılı, çeşitli olayları ve eğilimleriyle değişim beklentilerinin ne kadar güçlü olduğunu gözler önüne seriyor.
2025’te Suriye’nin federal bir yapıya kavuşması, ülkenin etnik çeşitliliğini daha etkili bir şekilde yansıtacak ve Kürtlerin özerk yönetim haklarını güçlendirecektir. Bu değişim, Suriye’nin mevcut yönetim yapısındaki merkeziyetçi anlayışa karşı, daha adil ve kapsayıcı bir yönetişim modeline doğru atılacak önemli bir adım olacaktır.
Küresel Seçim Sonuçları ve Değişim Beklentisi
2024 yılı, küresel ölçekte pek çok önemli seçime tanıklık etti. Bu seçimlerde, halkların statükoya karşı güçlü bir direnç gösterdiği, mevcut yönetimlerin oldukça zayıfladığı gözlemlendi. Dünya genelinde 1,6 milyardan fazla insan sandık başına gitmiş ve pek çok ülkede geleneksel partiler büyük yenilgiler almıştır. Örneğin, ABD’de Demokrat Parti, Cumhuriyetçilere karşı büyük bir hezimet yaşarken, Birleşik Krallık’ta Muhafazakarlar, İşçi Partisi karşısında daha da büyük bir yenilgiye uğradı. Fransa’da ise, eski popülaritesini kaybeden Emmanuel Macron’un partisi, sağ ve sol muhalefet arasında sıkışmış durumda, Beşinci Cumhuriyet’i ciddi bir siyasi krizle karşı karşıya bırakmıştır. Almanya, Güney Kore ve Japonya gibi ülkelerde, uzun yıllar boyunca sağlam temelleri olan siyasi merkezcilik de sarsılmaya başlamıştır. Hindistan’daki Başbakan Narendra Modi’nin partisinin parlamento çoğunluğunu kaybetmesi ve Güney Afrika’da Cyril Ramaphosa’nın Afrika Ulusal Kongresi’nin çoğunluğunu yitirmesi, değişim arzusunun ve halkın mevcut yönetime olan güven kaybının küresel boyutlarda bir yansımasıdır.
Bu seçimler, küresel düzeyde insanların değişim taleplerinin arttığını, mevcut yönetimlerin ise toplumların beklentilerini karşılayacak şekilde reform yapmada başarısız olduklarını açıkça gösteriyor. Ancak bu değişim taleplerinin nasıl şekilleneceği ve sonuçlarının ne olacağı konusunda ciddi belirsizlikler vardır. Kötümserler, değişimin yalnızca mevcut sorunları çözmeyeceğini, Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve sonrasındaki deneyimlerin gösterdiği gibi, değişimlerin bazen daha büyük felaketlere yol açabileceğini savunmaktadırlar. Diğer yandan iyimserler, eski yönetimlerin demirden yapılmış yapılarının yenilenmeye ihtiyaç duyduğunu ve statükonun sürdürülmesinin maliyetlerinin artık değişim risklerini aştığını öne sürmektedirler.
Küresel Siyasi Durum ve Silahlı Çatışmalar
2024 yılı, küresel düzeyde önemli silahlı çatışmaların yaşandığı, ancak bunların çoğunun çözüme kavuşmadığı bir yıl olarak kayda geçti. Ukrayna’daki savaş, Kursk bölgesine yapılan işgalin ardından daha da şiddetlendi ve Batı’nın müdahalesiyle Rusya’nın derinliklerine yapılan saldırılar arttı. İsrail’in Gazze’deki operasyonu ise, Batı Şeria, Güney Lübnan ve Suriye’ye kadar genişleyerek Orta Doğu’daki gerilimi artırdı. Ancak bu çatışmaların global düzeyde büyük bir bölgesel savaşa dönüşmediği de bir gerçektir. 2024 yılı, eski uluslararası düzenin dağılma sürecinin hızlandığını, ancak bunun sınırlamaları olduğunu da göstermektedir. Özellikle Rusya ile NATO arasındaki doğrudan askeri çatışmanın yaşanmamış olması, dünya genelindeki büyük güçlerin birbirleriyle daha dikkatli ilişkiler yürüttüğünün bir işareti olabilir.
Ekonomik Durgunluk ve Jeopolitik Gerilimler
2024 yılı ekonomik açıdan da oldukça belirsizdi. Dünya ekonomisi büyük ölçüde jeopolitik gerilimlerden etkilendi. ABD ile Çin arasındaki “teknolojik ayrışma” süreçleri devam ederken, Batı’nın uyguladığı tek taraflı yaptırımlar küresel ekonomik ilişkileri zorlaştırdı. Ancak buna rağmen, dünya ekonomisi derin bir durgunluğa girmedi. Küresel büyüme oranı %3 civarında gerçekleşmesi bekleniyor, ki bu, COVID-19’un uzun vadeli etkilerinin hala hissedildiği bir ortamda oldukça olumlu bir rakamdır. Bu durum, küresel ekonomi için umudu beslerken, aynı zamanda uluslararası ticaretin ve yatırımın daha da sınırlanacağı bir döneme de işaret etmektedir.
Çevresel Değişim ve Küresel Isınma
2024 yılı, çevresel değişim açısından kritik bir dönüm noktasıydı. Küresel sıcaklık, sanayi öncesi seviyelerin 1,5 °C üzerinde kalıcı olarak aşılmıştır. Bu, insanlık için önemli bir “kırmızı çizgi”yi temsil etmektedir. Aynı zamanda, düzenli olarak yapılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP29), Bakü’de düzenlenmiş ve bu toplantı, iklim değişikliği ile mücadele konusunda uluslararası işbirliğini güçlendirme yönünde pek çok beklentiyi karşılayamamıştır. Öte yandan, Çin’in karbon emisyonlarını maksimum seviyeye çıkarma kararı da, küresel ısınma ile mücadelede uluslararası çabaların daha etkili bir şekilde birleşmesi gerektiğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Çok Taraflı İşbirliği ve Geleceğin Zorlukları
2024 yılında, çok taraflı işbirliğinin yeni formatlarının arayışı devam etti. BRICS grubunun Kazan’daki XVI. Zirvesi, küresel yönetişimdeki etkinliğin arttırılması amacıyla genişletilmiş bir kompozisyonla toplandı. Bunun yanı sıra, BM Güvenlik Konseyi’nin etkinliğinde yaşanan düşüş, küresel yönetimdeki yapısal sorunların ve çok taraflılığın zayıfladığına işaret etmektedir. Küresel güvenlik ve insani yardımlar konusunda daha etkili bir mekanizma kurulması gerekliliği giderek daha belirgin hale gelmiştir.
2024 Sonunda Orta Doğu’da Radikal Değişimler:
2024 yılının sonu, Orta Doğu’da beklenmedik ve radikal değişimleri beraberinde getirmiştir. Bu gelişmeler, bölgedeki kalkınma tahminlerinin gözden geçirilmesi gerektiğini açıkça göstermektedir. Orta Doğu’nun uzun süredir devam eden istikrarsızlık durumu, 2024 yılında hem devam etmiş hem de derinleşmiştir. Özellikle Suriye’deki gelişmeler, bölgenin geleceğine dair önemli ipuçları sunmaktadır.
Suriye’deki hükümetin sarsılması, sadece iç dinamikleri değil, dış güçlerin de müdahalelerini etkileyen bir dönüm noktası olmuştur. Esad yönetiminin zayıflaması, Suriye Ulusal Ordusu (SNA) ve Hayat Tahrir el-Şam (HTŞ) gibi silahlı muhalefet gruplarının yeni iktidar odakları olarak yükselmesiyle sonuçlanmıştır. Bu gelişme, Astana sürecinde sağlanan tüm anlaşmaların sorgulanmasına yol açarken, Rusya’nın bölgedeki etkisi konusunda belirsizlikler ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin Suriye’deki etkisi de güç kazanırken, Rusya üzerinde ek bir nüfuz sağlanabileceği yönünde spekülasyonlar artmıştır.
Suriye’deki durumu daha da karmaşıklaştıran bir diğer unsur ise etnik ve mezhebi temelli gerilimlerin tırmanmasıdır. Özellikle Alevi ve Hristiyan azınlıklara yönelik tehditler, yeni hükümetin uluslararası alanda nasıl tanınacağına dair önemli bir test olacaktır. Julani’nin liderliğindeki yeni hükümet, hoşgörü ve etnik-dinsel barışı sağlama konusunda büyük bir sorumluluk taşırken, özellikle şehir merkezlerinin dışında tam kontrolün sağlanıp sağlanmadığı henüz netleşmemiştir. Bu noktada, HTŞ’nin içindeki radikal unsurların, hükümetin daha ılımlı bir çizgide ilerlemesini engelleme potansiyeli göz ardı edilmemelidir.
2025 yılı itibarıyla Suriye’nin, altı eyaletten oluşan federal bir cumhuriyet olarak yeniden yapılandırılması bekleniyor. Bu yeni sistem, ülkenin etnik ve mezhebi çeşitliliğini daha iyi temsil etme amacını taşıyor. Kürtler, özellikle kuzeydeki Rojava bölgesinde, kendi özerk bölgelerini yönetme hakkı elde edecekler. Bu durum, Kürt nüfusunun siyasi gücünü artıracak ve bölgesel yönetim üzerinde daha fazla söz sahibi olmalarını sağlayacak. Federal yapının kurulması, Suriye’nin içindeki etnik gruplar arasında daha dengeli bir yönetim ve kaynak paylaşımına olanak tanıyabilir. Ancak, bu değişim süreci, dış güçlerin etkisi ve iç çatışmalarla şekillenecek ve ülkenin gelecekteki istikrarı, federalizmin başarılı bir şekilde hayata geçirilip geçirilmemesine bağlı olacaktır.
İran’ın bölgedeki stratejisi de önemli bir faktördür. Suriye’ye yapılan yatırımların yanı sıra Lübnan Hizbullah’ının ikmal yoluyla sağlanan “kara köprüsü”, Esad rejiminin devrilmesiyle büyük ölçüde yok olmuştur. İran’ın bölgesel stratejisinin zayıflaması, İsrail’in güneydeki kontrolünü güçlendirmesiyle birleşmiştir. Bu, Suriye’nin daha da parçalanmasına neden olabilir.
2025 yılına gelindiğinde, Filistin-İsrail çatışmasının çözüm süreci ve Suriye’deki yeni hükümetin yapısı, bölgedeki dinamikleri şekillendiren ana unsurlar olacaktır. Eğer Suriye’de, tüm etnik ve mezhebi grupları kapsayan bir hükümet kurulabilirse, bu bölgedeki gerilimin artmasını engelleyebilir ve daha geniş bir istikrara zemin hazırlayabilir. Ancak, dış güçlerin ve iç grupların ülkenin farklı bölgeleri üzerinde kontrollerini artırmaya çalışması, Suriye’nin fiziksel parçalanmasının önünü açabilir.
Sonuç: Geleceğe Umutla Bakmak
Sonuç olarak, 2024 yılının sonunda Orta Doğu’daki güç dengeleri ciddi şekilde değişmiştir. Bu değişiklikler, 2025 yılı için yapılan bölgesel tahminleri yeniden şekillendirecek ve bölgedeki kalkınma süreçlerini doğrudan etkileyecektir. Bölgedeki istikrarın sağlanıp sağlanamayacağı, Suriye’nin geleceği ve Filistin-İsrail çatışmasının nasıl sonuçlanacağına bağlıdır.
2024 yılı, dünya genelinde pek çok olumsuz gelişmeye sahne olsa da, hala umutlu bir geleceğe dair işaretler mevcuttur. İnsan doğası, genel olarak karamsarlıktan ziyade iyimserliğe daha yatkındır. Eğer tam tersi olsaydı, hâlâ mağaralarda yaşıyor olurduk. İnsanlar, zor bir yılı geride bırakırken, yine de önlerinde daha iyi zamanlar olmasını umuyorlar. Bu umut, küresel değişim sürecinin temel dinamiğini oluşturuyor. Johann Wolfgang Goethe’nin belirttiği gibi, “Arzularımız, içimizdeki yeteneklerin önsezileridir, başarabileceklerimizin habercisidir.” Bu inanç, dünya genelinde daha iyi bir gelecek umudunun ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. 2025, belki de beklenen değişimlerin yavaşça ancak kesin bir biçimde geleceği bir yıl olabilir.
2025’te Suriye’nin federal bir yapıya kavuşması, ülkenin etnik çeşitliliğini daha iyi yansıtacak ve Kürtlerin özerk yönetim haklarını güçlendirecektir. Ancak bu dönüşüm, iç ve dış dinamiklere bağlı olarak zorluklarla karşılaşabilir ve ülkenin istikrarı, federal sistemin nasıl uygulanacağına bağlı olacaktır.
Suriye’deki Kürtler için birleşik bir temsiliyet sağlama çabaları, hem bölgedeki mevcut siyasi güç dengeleri hem de uluslararası ilişkiler çerçevesinde büyük bir önem taşımaktadır. Ancak, PYD ile ENKS arasındaki bölünmeler ve Suriye’nin iç savaş sonrası yeniden şekillenen yönetim yapısı, bu süreci oldukça zorlu hale getirmektedir. Kürtler, federalizm gibi önerilerle Suriye’nin geleceğinde daha güçlü bir rol oynamak isteseler de, bu taleplerin hayata geçmesi için daha kapsayıcı bir yaklaşım benimsemeleri ve uluslararası toplumu yanlarına alabilmeleri gerekmektedir.
Suriye’nin geleceğinde Kürtlerin haklarının korunması ve daha adil bir yönetim modelinin oluşturulması için yapılacak müzakereler, sadece Kürtler için değil, Suriye’nin tüm etnik ve dini grupları için kritik bir dönemeç olacaktır. Bu süreç, Kürtler için tarihi bir fırsat olabilir, ancak başarılı olabilmesi için bir araya gelme çabalarının hızlanması ve uluslararası desteğin güçlendirilmesi gerekmektedir.