Babam öldükten sonra ona bir mektup yazdım.
İnternete verdim gitti!
Ulaşmış mıdır bilmiyorum…
Ben cennete atmıştım ama bir cevap gelmediğine göre şüphelendim!
Acaba???
Yoksa???
Ah hayır hayır…
En iyisi bi tane daha yazayım, belki ismini karıştırmışlar.
Onlarda şimdi yapay zeka yoktur!
Postacı melekeler teker inceliyor olabilirler.
Yorucu bir iş tabi…
Baksanıza bu dünyanın mahkemeleri Selahattin Demirtaş’a 32 bin 500 sayfa iddianame hazırlamışlar…
Bir hesaba göre Demirtaş ve avukatları 17 yılda okuyup bitirebilecekler!
Yani babamda çok şansız biri. Ona cezaevindeyken bir mektup yazmıştım 9 ay sonra alabilmişti.
Malum siyasi mahkumların mektupları ağır oluyor!
Ben ona şeyi soracaktım; acaba orada da Kürdçe yasak mı?
Arabası falan var mı?
Ne yiyip ne içiyorlar?
Dedikleri gibi şarap serbest miymiş?
Birde şu huri meselesini soracaktım!
Bu işe fena taktım. Böle bişey yoksa boşuna ölmeyelim yani…
Sonunda az önce cevap geldi.
Mektup tuhaf bir şekilde yanlışlıkla bizim Nesrin Arıkan’a düşmüş!
Allla halla ne alaka?
Babamın ne ismi benziyor nede cinsiyeti!
En iyisi bi Nesri’ni arayıp sorayım dedim
Aradım “Kız dedim benim babamın mektubu sende ne arıyor?”
Biraz kızmış ayaklarına gittim.
Güldü.. dedi ki; ulan bende diyordum bu adam kim? Sonra küreye bakınca mevzuyu çaktım.
Baktım ne bizim Rodi’nin babası…
Kısaca baban jupüterden venüse geçerken mektubu boşluktan benim bilgisayara düştü.
Vay canına tesadüfe bak…
Neyse ki babam uzay yolculuğuna başlamış.
Benim de aklıma kötü şeyler gelmişti…
Neyse bu işi de çözdük.
Malum bizim sülale çok akıllı…
AMCAMIN ZİKİ..
11 AĞUSTOS 2025
O yıl Ardahan’da ortaokula yeni başlamıştım.
Yıl 1967 olmalı…
Bir akrabamın evinde kalıyorum. Henüz 11 yaşındayım.
Kaldığım evde bazen yatağa işediğim oluyordu. Çok utanıyordum. Benden bir iki yaş büyük bir kızı, birde benden bir yaş küçük bir oğlu vardı.
Çok samimi değildim onlarla. Yemek yerken bile utanıyordum, sofradan çabuk kalkıyordum. Çoğunlukla karnımı doyurmadan yatıyordum.
Yani pek iyi bir hayatımın olduğunu söylenemezdi.
Sanırım anneleri yatağıma işediğimi biliyordu. Çünkü; benim döşeğim çoğunlukla hep dışarı güneşlensin diye çeperin üzerine atılırdı. Tabi yataklar yün olunca da berbat kokuyor…
O yıl okulu yarılamıştım. Artık gece yatakta işemelerim de azalmıştı. Hatta bitmiş gibi bir şeydi.
O sürede bizim sınıfta bir kızdan da hoşlanmaya başlamıştım. Nedensiz bir şekilde, onun yanına gidiyorum, bir yolunu bulup konuşuyorum.
O kızın sayesinde sanki birden bire büyümüştüm.
Zaten o zamanlar bir sınıfta en fazla 3- yada 5 kız olurdu. O yüzden çok fazla aşk rekabeti vardı!
Sonraki yıllarda iş kavgaya kadar varacak olsa da o rekabet hiç bitmeyecekti…
Hatta o yıl bir kaç kez sinemaya bile gittim. Türkçem de bi hayli ilerlemişti. Gerçi hala bugün ben bugün bile konuşurken Kürdlüğüm hala yüzüme dilime vuruyor. O zaman daha Kürt’tüm sanki…
O zaman öyleydi işte…
Bi türlü Türkçeyi onlar gibi güzel konuşmasam da derdimi artık daha rahat anlatıyordum.
*
Sanırım Mart aylarıydı. Bizim köyden bir akrabam Ardahan devlet hastanesinde ameliyat olmuştu.
En yakını biz olduğumuz için babam ve amcam da gelmişti o gün…