Hayvanları olanlar o gün varsa sığırın yavrusu veya buzağısı emzirtilir ve kalan sütü ise sağılıp yoğurt ve peynir yapılırdı. Haftada bir kez annem bizleri banyo yaptırırdı, Kapının önüne kazanlar kurulur, evimizin önünden akan buz gibi dereden sular alınıp ateş üzerinde içerisine kil atılarak kaynatılır ve o killi su ile, Arap sabunu ile bizleri demir bir leğenin içerisinde yıkardı.
Saçlarımız ışıl ışıl olurdu o Arap sabunu ile yıkandığımız vakit. İşte o zaman duşa kabin, şampuan, doğalgazlı duş, vücut losyonu ve saç kremleri maalesef yoktu. Sonra annem evde biriken kirli çamaşırları da, yine aynı su kaynattığı derede, elle tokaç denilen, tahtadan yapılmış aletle çamaşırları döverek elle yıkardı.
Evimizin karşısında sokağın diğer yakasında komşumuzun erik ağaçları vardı, o ağaçlar meyveye dönüştüğü vakit yeşilken, yanımıza tuz alıp doğru ağaca çıkardık toplayıp tuzlayarak yeşil erik yerdik, Evimizin arka tarafında da kızılcık ağaçlarımız vardı. Onlarda hafif kızardığı zaman çok güzel olurdu yemesi. O dönemlerde herkesin at arabası diye tabir edilen, ulaşım araçları vardı, bazı yerlerde yaylı at arabası deniyor o araçlara, adı üstünde o araçları at çekiyordu, bazen atı olmayanlar o arabalara eşek koşuyorlardı traktörü olan kişi sayısı beş parmağın beşini geçmezdi.
Minibüsü ve taksiyi köyde hiç görmedik biz, evet çocukluğumuzda benim hiç oyuncağım olmadı, tellerden arabalar yapardık, bir bisiklet tekerinin ardında elimde bir çubuk ile onu çevirerek tam bir yıl koştum, çıkma araba tekerlerini döndürüyorduk, kibrit kutuları ve gazoz kapakları ile oyun oynardık, bayramlarda çıtır pıtır, kız kaçıran, mantar tabancasını da ancak bayramlarda görüyorduk.
Bizim uzaktan kumandalı, pilli arabalarımız, demir arabalarımız hiç olmadı. Evet, biz çocukken Nasreddin Hoca ve Keloğlan fıkraları ile büyüdük, çocukluğumuzda tebrik kartları vardı, mektuplar nameler vardı, uzaktaki sevdiklerimize amcalarımıza, dayılarımıza ve akrabalarımıza bayram öncesinde ve yeni yıl öncesinde gönderdiğimiz, şimdiki gibi görüntülü cep telefonları, yüksek çözünürlüklü kameralı cihazlar yoktu o zamanlar. Nadirde olsa bazı evlerde ev telefonu vardı.
Onlarla hasret giderirdik uzaktaki sevdiklerimizle. Akşam vakitlerine yakın saatlerde, kırlangıç kuşları sokaklarda uçuşurdu. Evimizin penceresine oturup onları seyrederdik. Bazen gözümüz bir tanesine takılır kalırdı, acaba nereye konacak derdik, sürekli onu izlerdik.
Bahar aylarının başında Leylekler gelirdi köyümüze, bazı evlerin bacalarında ve telefon direklerinin üzerinde leylek yuvaları vardı. O zamanlarda bağı ve bahçesi olanların çok azı traktör, bazıları atlarla bazıları da bel küreği ile bahçesindeki toprağı işlerdi. Bazı leylekler o işlenmiş topraklarda yiyecek toplardı kendilerine, O aylarda Nisan yağmurlarında, sokaklarda deliler gibi, bir o tarafa bir bu tarafa koşturur, yağan yağmurun tadını çıkarır, iliklerimize kadar ıslanırdık, annemiz bizi zorla eve sokardı eşek sıpası, yani eşek yavrusu derdi hasta olacaksın içeri gir derdi.
Şimdiki çocuklar maalesef evden dışarı çıkmıyor, ellerinde tabletler, bilgisayarlar ve cep telefonları sürekli o cihazlar ile meşgul oluyorlar, bu durum ise, erken yaşta onların gözlerinin bozulmasına ve zihinlerinin boş şeylerle dolmasına neden oluyor.
Yaz döneminde Ramazan ayında annemiz ve babamız bizleri gece sahura kaldırırdı, Ramazan ayının maneviyatını yaşayalım diye, biz o vakit oruç tutmasak ta, gece anne ve babamız ile sahura kalkardık, o gece Ramazan davulcusu sokaktan geçerken, kapımızın önüne gelerek, babamın ismini de söyleyerek maniler söylerdi, sonra babam kapının önüne çıkar evde o zaman verebileceği un, şeker, çay ne varsa, onu verirdi Ramazan davulcusuna, öğleye kadar tutardık orucumuzu en fazla sonra bir bahane ile su içerdik ya da bir şey yerdik, çünkü çocuktuk.
Akşam en yakın camiye İftardan sonra Teravih namazına giderdik, mahalledeki arkadaşlarımız ile birbirimizin evine gelip birbirimize seslenerek, hadi camiye gidelim beraber diye yarım yamalak aldığımız abdest ile koşardık camilere, teravih sonrasında camilerde dağıtılan, lokum, bisküvi ve şekerlerden alabildiğimiz kadar alırdık.