Şu küçük denen dünyanın onca cenneti arasında bulunan ve ağır dumanlı, kalın hisli kömürü ile çok ısındığım Şırnak’ın da içinde olduğu güneydoğuda ki kentlerin bir çoğuna hala gidemedim desem ‘Sen nasıl gazetecisin?’ diyerek bana kızanınız olur mu?
Bilmem ama Erivan’a gidip, Bakü’nün yanı başında geçip, Ermenistan’ın komünizmden kalma hizmetlerinden hala yaralanan köyleri dahil tarih kokan Tiflis’in Kilisleri ve parlamentosuna doyamayan, Karadeniz’in sert sularının yumuşadığı Batum’da yüzen bir olarak asıl adı Amed olan Diyarbakır’ı görmeden ölürüm deyip, acısını bolca yediğim Adana üzerinden Akdeniz’in dalgalarının şarkı söylediği Mersin’e kadar uzanan bir gazeteci olarak gitmediğim, görmediği ama benim olan Şırnak’a, güneye, daha derine Hakkari’ye gidemedim..
Halbuki Ardahan’dan Edirne’ye sözünü bizzat yerine getiren bir yaşı geride bırakmış, ‘başkanı alındı, alınacak yerine Esenyurt, Mardin, Batman ve Halfeti gibi kayyum atanacak’ denenen İstanbul’un Tarlabaşında buluna Çukur sokaktan çıkıp, ‘Gazeteci’ isimli şahin marka kırımızı arabamla Konya’nın düz ovalarında olan tozlu köy yollarında kayıp edip, babanın sürgün edildiği Afyon’a ve geciktiğim için şehitliğine uğrayamadığım Çanakkale’yi bile geçip, geride bırakmış bir gazeteciyim.
Evet, gerek mesleğim gereği gerekse internet dünyasının tanıdığı imkanları zorlayıp, dünyanın çatısı denen ve aynı zamanda hakem olan dağcı oğlumun zirvesine çıkmayı hedeflediği Everest’e bile gittim ama Şırnak’a, güneye, daha güneye Hakkâri’ye, Silopi ye, Amed’e gidemedim ona yanarım..
Zirvesine çıkmasam da sanal imkânları zorlayıp, nerdeyse her taşını, memleketim Ardahan’da da çok görülen kristal kar tanelerini inceleyip, bildiğim Everest’li şu küçük denen dünyanın Şırnak’ına gidemediysem de onca gidemediğim, göremediğim yer gibi Ardahan gibi sonradan vilayet olan orada, Şırnak’ta Afrika’nın, Antarktika’nın, Asya’nı, Amerika’nın denen her yer aslında her insan gibi benimde memleketim..
Yakınan tanımadığım ama bu küçük denen büyük dünya büyük eser, isim bırakan onca, onlarca, yüzlerce hatta binlerce insan gibi hala yaşayan şiirleri ile aramızda olan Ahmet Kutsi Tecer’in ‘Orda bir köy var, uzakta,, O köy bizim köyümüzdür., Gezmesek de, tozmasak da, O köy bizim köyümüzdür.’ şiiri gibi gecenin bu saatinde bana bu yazıyı yazdıran o fotoğrafı görüp, altına bırakılan notları görünce hem gidip, görmediğime, hem Şırnak’a hem de oraya ve onun gibi memleketimin cennet köşelerine bakılan ön yargılı, kinli bakışa bir kez daha üzüldüm.
Evet, şu an bu yazıyı okuyan sizin gibi şu küçük denen ama çok, çok büyük olan ve gezmeye kalksan imkan ve de kısa olan ömür yetmez olan dünyanın Şırnak’ına gidemezsem de, göremesem de sanalda gördüğümüm Faraşin Yaylası’nın bu muhteşem fotoğrafı ve onun altına yazılan Faşistçe yorumlardı gecenin bu saatinde yarının, yamayacağım dediğim yeni bir cumartesi yazısını bana yazdıran..
Yazının içinde gördüğünü Faraşin Yaylası’nın bu fotoğrafına bakıp, altında ki Faşizan yorumları okurken en çokta ‘kelle’ denerek insanlara bakan bir yorum dikkatimi çekiyordu. Çünkü bu ülkede bu bakışla, faşist beynin taşıdığı başlarda bulunan gözlerle bakan anlayışın şehide bile kelle dediğini bana hatırlatıyordu.
Ve yine başta Faraşin Yaylası’nı aratmayan Ardahan’ın Hanak yaylası olmak üzere yaylanın anlamını anlamayan ve ‘Niye bir ağaç, orman yok?’ deyip, o doğal güzelliğe kendince bir kulp takmaya çalışanların ağaç olursa, orman, orman olursa yayla olmazı anladıklarını da görüyor, okuyor ve bu yönde ki yorumlara erinmeden kendimce tek tek cevap veriyordum.
Çünkü memleketi, dünyayı görüp, gezmeden, his edip, tatmadan bu ön yargı ile kendi etrafımızda oluşturduğumuz faşist bakışlı dünyamızın aslında kendi , kendimize bir cehennem oluşturduğumuzu da o fotoğrafa bakıp, altına ’99 da 7 tane kelle aldık burada jandarma efeler özel harekat’ diyen anlayış gibi bizde bir şey algılayıp, anlayamıyorduk..
Ama her şeye rağmen ‘Memleketimin her tarafı cennet Trabzon’dan Şırnağa selamlar..’ diyen Sümela Manastırına hayran olduğum kardeşlikten yana insanların oluşu da umuttu, o doğal güzelliğin içinde ‘Niye ağaç, orman yok’ deyip, doğallığını, yayla özeliğini anlamayan akıl, insanlık, kardeşlik olmayan boş kelleler taşıyanlara inat faşizmimizin Faraşin Yaylasını anlatan https://www.facebook.com/photo/?fbid=2600180000168899&set=gm.1073102947440355&idorvanity=276002243817100 facebook linkinde ki o olumsuz yumruklu, kayyumlu bakışla değil, gerçek kardeşliğin hisleri ile uzatılan, samimi eller ile elbet bir gün yumuşayacak derken..