Diyarbakır’da 11 kişinin yaşamını yitirdiği, oncasının yaralanmasına neden olan yakıcı sıcaklar birçok ormanlık alan gibi beni de yaktığı için evimin balkonunda haberlerimi, yazılarımı geç saatlere kadar yazıp, paylaştıktan sonra ay yüzlü gecenin fotoğrafını da çekip, altına ‘Karanlıkları aydınlatan bir mum ol.. Ama gölgene de ışık tutmayı unutma’ notunu düşüp, ‘Fakir Ajans’ isimli haber kanalımızı açtığımız web.whatsapp.com durumumda paylaşıp, uyudum..
Dişimi, erkek mi bilmeden aldığım iki kuşumun kafeslerinden çıkıp, kanat çırparak, ‘İstanbul’da yaşanması muhtemel depremin merkezi olacaklar’ denen adaları izleyen evimin balkonunun altında her 10 dakika da bir geçen trenlerin ray seslerini bastıran ötüşleri, kızım Nazonun sözde erkenden uyanmak için ayarladığı, çan sesinden beter olan telefonunun alarm sesi onu değil, beni erkenden kaldırdığında saat henüz 6.45 idi..
Doyulmamış uyku sarhoşluğunda ‘Kuşlarıma mı, kızıma mı kızayım?’ diye düşünerek açtığım gözlerimin geceyi aydınlatan ayın parladığı pencereye baktığımda sabahın ilk ışıklarının gece whatsapp durumumda paylaştığım ‘Karanlıkları aydınlatan bir mum ol.. Ama gölgene de ışık tutmayı unutma’ satırlarımı hatırlatıyor, ‘haydi uyan sende haberlerinle yorumlarınla gölgene bir ışık tut.. Sabah namazına kalkıp, geri uyuyanlar gibi yapma..’ diyordu..
Ve kalkıyor, toparlanmaya çalışıyor, yüzüme vurduğum soğuk su ile iyiden iyiye uyanıp, senin yaptığın gibi ilk iş olarak telefonuma bakıyordum.
Günün cuma olduğunu hatırlatan onca mesajın arasına sıkışmış olan bir mesaj dikkatimi çekiyor ve bir taraftan gelen o mesajı okurken diğer yandan giyinerek, sabah kahvaltısı için ekmek almaya hazırlanıyordum.
Komşuları uyandırmama sessizliğiyle açtığım evimin kapısının hemen yanı başında olan asansörü çağırırken sabah sabah beni gülümseten ve erken uyandırılmam dolayısıyla içinde olduğum stresi alan güzel mesajı okumaya devam edip, cevap vermek için hazırlanırken, az önce telefondan başımı kaldırmadan çağırdığım asansörün mesaja dalmış olan beni beklemediğini ve başkası tarafından çağrıldığı için gittiğini fark edip, gelen o güzel mesajı yazan ‘ben gazeteci değilim, yazarım’ diyerek biz gazetecilere saygısını her zaman belirten Rodi abiye cevap vermeye çalışıyordum..
‘Boşuna “Coğrafya kaderdir” dememişler…
Bana bi sorun; bir Ardahan kaç İstanbul eder?
Biliyorum, çocuklarım gibi siz de çok güleceksiniz bu soruya ama öyle işte…
Ardahan dünyanın en büyük, en güzel şehridir.
Şeyyy bi tek Diyarbakır hariç…
Çünkü O; geçip giden bütün zamanların en büyük tapınağıdır!
Öyle değil mi gazeteci?
Bunu sen daha iyi bilirsin?
Lütfen söyle; yalan mı?’ diye yazan ve benden ‘söyle’ diyerek cevap bekleyen Rodi abiye
‘Valla senin hayran olduğun, benim hep gitmek isteyip, bir türlü gidemediğim ama babamın zindanlarında yattığı tapınağa bir türlü gidemedim dersem bana kızma abi..
Ama şunu bilirim 39 ilçesi, 782 mahallesi 152 köyü olan İstanbul, 39 mahallesi 227 köyü bir beldesi, 5 ilçesi olan Ardahan’dan nüfus olarak olmazsa da hektar yani Kısır, Allahuekber, Ulgar, Bülbülan, Sahara, Yalanızçam, Mozoret dağlarının etrafını çevirdiği alan olarak Ardahan’dan küçüktür.. Ha unutmadan dilli de İstanbul dilidir.. Ve tapınağın Amed gibi ÇIMA diyemediği için o tatlı diliyle İstanbul gibi çekici olsa da bir o kadarda dertlidir..’ diye cevapladığım Rodi abinin ‘Gömdün lannnn.. Ardahan güzeldir…
Herhalde..’ cevabıyla bir kez daha gülümsüyor ve ekmek için fırına doğru yürüyorum..
Ama fırına gitmektense sabah çayını severek içtiğim günün ilk cigaramı tüttürmek için sağımda bulunan ve hanım evde olmadığı zamanlarda her sabah bazen de arada gittiğim kafeye girip, kafatasçıların ‘Kürt değil, Küt Böreği’ dediği ama benim ısrarla hem de yüksek sesle, ‘az Kürt böreği ve çay’ diyerek istediğim sabah kahvaltısını çayımla yudumlarken Perşembe’den başlayan ‘Al/yapıştır/hazır’ cuma mesajlarına bakıp, telefon numaramı silmeyip, bedava haber paylaşımlarıma kızıp whatsapptan beni engellemeyip, hatırladıkları için kalp emojili koyup, teşekkür ederek hızla geçerken günün ikinci mesajıyla duruyorum.
Bu kez gelen mesaj başımızı kaldırmadığımız, yediğimizi içtiğimizi bile paylaştığımız sanalın kahramanlarından olan tik tokta görüp, yine whatsapp durumda paylaştığıma iki gülücüklü emojili ile cevap veren bir kadın yazardı..
Kadın yazarın, bazı kadınların boş bulunup, sanalda paylaştıkları ilginç, bir o kadar da düşündüren paylaşımlarından birini benim durumumda görüp, gülümseyerek bana cevap vermesi ile dün geceden paylaştığım o kısa ama anlamlı video klipi yeniden izleyip, günün ikinci gülümsemesiyle birlikte telefonumda numarası olan ama karşılaşmadığım, ama kişiliğini yazdıklarıyla, verdiği cevaplarıyla az, çok hissetsem de çokta tanımadığım onun da yeniden gülümsemesini umarak telefon arkadaşı dostluğumuza da dayanarak ‘Evet, siz sahtekâr kadınlar’ diye cevaplıyorum..
Çünkü yazar kadının benim altına, ‘Ula burada da mı vatan-millet-sakarya edebiyatı?.. Ne demişler kadın kadının düşmanı mı?’ notuyla durumumda paylaştığım o paylaşımda aynen şöyle diyordu.
‘Kocasının fotoğrafını paylaşmış, altına da yazmış kocam benim vatanımdır. diye. Bir başka kadında ona yorum yazmış. Bu vatan hepimizin vatanıdır’ diye..
Biraz gülmemiz, birazda düşünmemiz için yapılan bu paylaşımın sabah sabah açtığı günün ikinci sanal sohbetinin devamında bir görüntü geliyor karşıdan.. Ve her tarafı güzel olan ülkemin Posof’unu bana hatırlatan o görüntüyü izledikten sonra bu kez ‘Burası Posof’mu?’ diye soruyorum kadın yazara..
Sormaz olaydım..
Çünkü Ardahanlı, Hoçvanlı olduğunu bildiğim, hatta bir çabasının sonuç vermemesi yüzünden haberini de yaptığım kadın yazar bana verdiği cevapta ‘Posof neresi orayı bilmiyorum’ diyordu.. Ve bana attığı muhteşem doğa görüntüsünün pastırmasıyla ünlü Kayseri olduğunu yazıyordu..
Ardahan denilince akan suların durduğu, Ardahan’ı bilmeyenlerin şekerimi arttırdığını bilmeyen kadın yazarın bu cevabı üzerine yine sanalda görüp, dostluğumuza güvenerek, birazda gülümserken mesaj vermek için daha dün Göleli İş insanı Saim Korkmaz dostumun fotoğrafını alıp, ‘Diyesin Göle’ye Deniz Getirmiş! Belki de Garonun Suyunda!’ Göle Gözlem Gazeteme attığım manşetli gazetemi de ekleyerek ‘Cevabın buna benzedi pastırmacı’ diyorum..
Ve keşke demez olaydım..
Çünkü, ‘Posof neresi? Orayı bilmiyorum..’ demesi üzerine artan şekerimle birlikte Ardahanlı kadın yazar hemşerime dedim ki; ‘Ben hep yazarım. Siz önce 30 yıldan fazladır asaleten bir il kültür ve turizm müdürünün atanamadığı Ardahan’ı tanıyın, tanıtın. Sonra yalandan Çanakkale’ye öğrencileri götürdük, deniz görmeyen öğrencileri İstanbul’da gezdirdik, Ardahanlı çocukları Türkiye Büyük Millet Meclisinde ağırladık deyin..’ diye yeni bir cevap yazdım..
Ve; Hoçvanlının Posof’u görmediğini, Gölelinin Çıldır gölüne girmediğini, Damallının Göle’den geçmediği, Şeytan Kalesi gibi yolu olmayan Kurtkala’yı göremeyen Çıldırlının Gürcistan’a olduğu gibi Ermenistan’a da sınır olduğunu bilmediğini, Hanaklının, Posof, Damallı gibi Kars’a gitmek için Kısır dağının Ardahan’ın en yüksek dağı olduğunu bilmeden sadece Hoçvan’dan geçtiğini ama gel gör ki birileri ‘Aha işte Kürttür, hatta teröristtir, ondan Çanakkale, Sakarya edebiyatlarını sevmez’ diye beni suçlarlar..’ dedim.
Onun da şekerinin arttığını hissettiğim kadın yazarın ‘Vay sen misin bunları yazan’ dercesine bana cevap olarak ‘Çanakkale’yi o memlekettekilerin ataları topraklara katmıştır’ diye yazıyordu.
Sanki Hoçvan nahiyesinin içinde olan İncillipınarlı Kürt Abdulahı Gülizar’, Beberekli (Sığırpert) Kürt Beyaz Bey, Terekeme Şenlik, bir anıt mezar bile yapılamayan Posoflu Atatürk’ün koruması Celal Tunus, Göleli Bedirhan bey bu vatan için hiç direnmemiş..
Evet, ‘Zafer değil, bir direniş olan Çanakkale’den önce siz Ardahan’ı tanıyın, tanıtın’ dediğim için Çanakkale’yi, Sakarya’yı sevmiyor muşum intibasıyla yorumlar yapan, ön yargı bakışla kendi hatasını kapatmak için beni suçlayan cevap verenler gibi oda aynı şekilde bir cevapla Kürt, Ardahanlı yazar’ senarist olan kadın yazar..
Halbuki daha dün kızlarım, Gazeteci Şeyma ve Nazonun tatil için gidip, geldiği Çanakkale Geyikli Beldesi Belediye Başkanının da Çanakkale gibi tarih yazan Sarıkamış’a komşu Ardahanlı olduğunu çoğu Ardahanlı bilmezdi…
Neyse sakın ‘Kim bu yazar?’ diye sormayın..
Çünkü yazdıklarını sonradan tek tek silen ve sildiği için ‘Güvenmiyorsan niye yazıyorsun, merhaba diyorsun’ diye kızdığım beni bir kez daha geren bu yazar, senarist kadının bana özel yazdıkları, ‘Belki de özeldir, bilinmesini istemedi’ diyerek ‘şimdilik’ beynimde, bende kalsın diyor, Posof’u, Ardahan’ı, ülkemi tanımasına yardımcı olacağına inandığım bu yazımı burada bitiriyor, uydu üzerinde yayın yağan ulusal tv TEMPO TV’ye geçip, ‘Gazetecilerle Gündem’ adlı programımızın hazırlıklarına başlıyorum…