Tanıdığımız, tanımadığımızın, AK Partili mi, Ülkücümü olduklarını anlayamadığımız bugünlerde elbirliği yaparak aynı işareti yaptıkları bir zamanda yerlerde sürünen (!) ve bu el işaretini yapan sporcuya iki maç ceza verilmesine neden olan çıkışıyla tepki toplayan yerlerde sürünen Alamanya (1) aldığı beddualardan yenilmiş..
Bu bedduayı yapanlarda bir zamanlar dizine çöküp, ‘hoca efendi’ dediklerinin hem de bir temmuz ayının 15’inde bir anda terörist başına geçeni savunanlar ve bugünlerde ‘dostum’ olup, unutulan Rabia işaretlerini yapanlar olmaları dikkat çekici..
Ha bu arada son yerel seçimlerde birinci parti çıkmasına karşın erken seçim istemeyip, mevcut iktidarın gölge ortak olmak isteyen ama o ceza alan ve cezayı almanın hırsıyla iyiden iyiye ‘Ne mutlu Tüküm deyip şimdiden siyasete soyunan futbolcunun yaptığı işareti kullanan asıl ortak partinin tepkisi üzerine ‘hele dur’ denilen ama bu kez de iktidarın kuryeliğine soyunan partinin genel başkanının Suriye’ye gideceği haberini alıyoruz.
Yani eşi Türk olmayan, o çok övündüğü bir Türk takımında değil, dolarlar için Arap takımında oynayan futbolcunun el işaret ile milli gaza gelip, ekonomik sıkıntının yanı sıra onca sorunun unutulup, erken seçim istemlerinin Suriye’ye gidip, gelmeye ertelendiği bir zamanda bir hayli rahatlayan ve 4 yılı daha iktidarda kalmayı garantileyen partinin bir hayli şanslı olduğu bir kez daha ispatlanırken nedense benim aklıma camı ile demircinin köpeği diye iki mesele yada masal veya insanların gerçek yüzlerini görme adına anlatılan yani ‘kızım sana diyorum, gelinim sen’ duya örnekli o hikaye aklıma geldi.
Ve memleketim Ardahan’da yeniden orman katliamının yaşandığı görüntü ve fotoğraflarına bakıp, bu yönde yerelde ve ulusalda haberi toparlarken şu anki Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler gibi Ardahanlı olduğunu söylenen ama Güler gibi Bayburtlu olan CHP Genel Başkan Yardımcılarından Gökhan Zeybek’i Halk TV’de sunulan sabah haberlerinde izliyorum.
Zeybek’i dinlerken camcı ve demircinin köpeklerinin neden aklıma geldiğini iyiden iyiye fark edip, anlarken bu hikayeleri bir daha bulup, okuyor ve bu iki benzeri ama anlatımları farklı iki masalı, meseleyi, kısacası benzetmeyi bir kez de ben yayınlayayım da bu memlekette kasabın köpeği hangisi, demircinin ki hangisi diye sizin vereceğiniz cevaba bırakanayım dedim.
Çünkü hemşerimiz diye söylenen CHP’li Zeybek’e Kayseri’de başlayıp, Suriye’ye uzanan olayları soran meslektaşıma verdiği cevap, mevcut iktidarın milletvekiliymiş gibi cevaplaması gerçekten çok düşündürücüydü.
Gerçi Erdoğan’ın siyasi yasağını, Demirtaş’ın siyasi dokunulmazlığını kaldırtan aynı partinin 22 yıldır cadde ve sokağa hak aramaya çıkmaya kalkan halkı ‘Aman aman, bu işler mevcut iktidarın devamını kesmek pardon provokatörlerin işi, hatta iktidarın oyununu, ülkemiz ve milletimiz için oturun, oturduğunuz yerde’ diyen bir şekilde muhalefetlik yaptığında biliyoruz ya neyse son yerel seçimlerde kimin aday, kimin değile karar veren birinci kişi olduğu iler sürülen Zeybek’in meslektaşımın sorduğu soruya verdiği cevaba bakalım.
Bir kez de buradan başsağlığı dilediğimiz gazeteci arkadaşımız Küçükkaya arkadaşımızın annesini vefatı üzerine yerine Hak TV’nin sabah haber programını sunan kadın meslektaş soruyor, ‘Sayın Zeybek sizce Kayseri olayları neydi?’ diye..
Zeybek cevaplıyor.. ‘Efendim orada yaşananlar halkla alakalı falan değil, bir merkezde organize edilen trollerın tahrikleri sonucu halk galeyana gelmiştir, ondan dolayı dikkat edelim, bu tür şeyler yapmayalı mi evimizde oturalım’ demeye getiriyor.
Yani sanki AK Parti ve ortağı MHP’nin parti sözcüsü gibi bir cevapla gölgede olsa ortak olmak istedikleri iktidara Suriye’ye gitmeden kuryelik yapıyordu, sayın büyük muhalefetin genel başkan yardımcısı Ardahanlı denen ama Bayburtlu hemşerimiz Zeybek oynayanları kıskandırırken..
Evet, yani benim de haber yada yorumlarım ardından bizzat yaşadığım ve sık sık gerildiğim kasabın köpeği meselesine benzer bu olaylara bakınca kasabın mı, demircinin mi köpeği haklı yoksa kurtlar mı diye kendi kendime sormadan da edemiyorum.
Çünkü benim de yazdığım bir haber yada yorumuma konu olan şahıstan, kurumdan çok kasabın köpekleri ile karşılaşıp, ısırılmak istendiğimi çok iyi bilen bir olarak birilerinin durup, durduk yerde birlerine parasız avukatlık yaptığı gibi birlerinde eşi yabancı, kendisi Arap futbol takımın da oynayan sporcuyla millileştiği gibi de iktidarın devamı için istenen ortamı bilerek yada bilmeyerek sağladığında görüyor, izliyoruz.
Neyse ‘yine uzattım’ diyerek anlatmak istediğimizi kısadan hisse diyerek anlatan bu iki meseleye, kasap ile demircinin köpekleri masalına bırakalım..
Çünkü aynı denen bu iki meselede çok ama çok önemli bir ayrıntı var.. O da bizim hangi hikayede yer aldığımızı anlamaktan, algılamaktan geçer..
İşte o kasap ile demircinin meselesi hikayesi..
Camcının Köpeği
Kar kış kıyamet kurtlar oturuyorlarmış avlanmaya bir şey yok. Ne yapalım diye kara kara düşünüyorlarmış kurdun biri demiş ki;
– Gelin kasabaya inelim, orayı yağmalayalım.
Diğerleri tamam demiş ve inmişler kasabaya. Kasabanın köpekleri bunları çevirmiş, parça pinçik etmişler.
Kulak bi tarafta kuyruk bi tarafta kendileri bi tarafta ve kaçmışlar ormana.
Hepsi acı içinde kıvranıyor ama biri zar zar yürüyor, ağlayarak inliyor kurtlar dönüp buna der ki;
– Bize de saldırdılar sen niye bu kadar ağlarsın.
Ağlayan kurt der ki;
– Bakkalın köpeği bize saldırdı anlarım çünkü bakkalın ekmeklerini koruyordu.
Kasabın köpeği bize saldırdı anlarım çünkü kasabın etlerini koruyordu, peki o camcının şerefsiz köpeğine ne oldu?
Camcının camını mı yiyecektik sanki, bize niye saldırdı?
DEMİRCİNİN KÖPEĞİ
Çakalın biri aç kalınca kasabaya inmiş.
Sütçünün süt çanağını devirmiş, sütü de içmiş, Fırıncının tezgâhından ekmeği kapmış yemiş, nihayet bir kasabın vitrininden kocaman bir but kapıp bir güzel mideye indirmiş…
Çakalın ve etin kokusunu alan kasabanın tüm köpekleri toplanmış, çakalı yakalamak için ardı sıra koşturmuşlar.
Çakal önde, köpekler de arkada, amansız bir kovalamaca koşuşturmaca başlamış ama bir süre sonra, sütçünün köpeği yorulup takibi bırakmış.
Bir müddet daha geçince de bu sefer fırıncının köpeği, çakalı takibi bırakmak zorunda kalmış.
En son, kasabanın çıkışına yakın bir yerde kasabın köpeği de pes etmiş ve yorgunluktan dili bir karış dışarıda geriye dönmüş.
Çakalın arkasında kala kala bir tek demircinin köpeği kalmış. Çakal önde demircinin köpeği arkada ısrarlı bir kovalamaca devam ederken ve kasabadan çıkılıp kırlara varıldıktan sonra da tepelere doğru çıkılmaya başlanmışken çakal dayanamamış, durmuş ve demircinin köpeğine öfkeyle seslenmiş;
-Yahu arkadaş, sütçünün sütünü içtim tamam, fırıncının ekmeğini yedim o da tamam, hadi kasabın etini kaptım ama buna rağmen onlar bile pes etti peşimi bıraktı da, Lan ben demirciye ne yaptım ki bi türlü ayrılmıyorsun peşimden?
İşte, Çakalın anlamadığı:
Demircinin köpeği menfaat peşinde değil, sadece adalet peşinde.
Çakalın kafasındaki sistem karşılıklı menfaate dayalı bir kapitalist sistem… Demircinin köpeğindeki ise, evrensel hukuk… “Seni cezalandırmam için bana zarar vermen şart değil. Sen, başkalarına zarar verdiğin için suçlusun”
Diye düşünüyor demircinin köpeği…
O yüzden hikayedeki çakallar, demircinin köpeği gibi yalnızca hak peşinde koşanları asla anlayamayacak ve aptalca bulacaklardır. Ama demircinin adalet bekçileri de her zaman var olacaktır…
Evet, anlatılmak istenen anlaşıldı mı bilmem ama birde şu son bir dip notu da ekleyip, belki onca yazıyı bu kısa hikaye anlatır diyerek..
İbo şov’u yaptığı dönem programa bir profesör konuk olmuş.
Tatlıses her zamanki boş konuşan tavrıyla:
“Profesör bey, siz okumuş adamsınız, bilirsiniz. termosa soğuk su koyduğumuzda suyu soğuk tutuyor, sıcak su koyduğumuzda suyu sıcak tutuyor. termos suyun soğuk ya da sıcak olduğunu nasıl anlıyor?”
Profesör cevap verir: “çok basit! siz elinizi suya soktuğunuzda onun sıcak veya soğuk olduğunu anlamaz mısınız?”
Tatlıses: “anlarım ama benim aklım var?”
Profesör cevap verir: “e o kadarcık akıl termosta da var.”