Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

casino siteleri deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler 2025 deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler 2025 deneme bonusu veren siteler editorbet giriş

Fakir Yılmaz

SEN VİLAYET OLMAK İSTEMİYORSAN, BEN NE YAPAYIM..

Uydu üzerinden yayın yapan ulusal tv, Tempo TV’de canlı olarak sunduğumuz, “Gazetecilerle Gündem’ adlı bir yayını daha bitirip, sona ermek üzere bir günün yorgunluğu ve az sonra başlayacak olan yeni bir güne yetişme telaşıyla artık takat tutmayan, geri kalmayan denilen ayaklarımı yere sürercesine evime doğru düşünerek, günün yorgunluğu ve sol ayakkabının yıpranıp, düşen tavan lastiğinin  topallığı ile aheste aheste yürüyorum..

Ve yaşanan sıcaklardan günlerdir ormanlarıyla birlikte yanan doğayı soğutmak için ağlarcasına yağan yağmur damlalarının halime acırcasına beynimdeki düşüncelerin, düşündüklerimin yaktığı kalbimi, gönlümü yani yanmış ama sönmüş dendiği bir an ‘teslim olmak yok’ diren dirençle yeniden alevlenen beni de soğutmaya çalıştığını anlıyordum..

Ve ‘kentsel’ denen ama aslında ve gerçekte bir hayli karlı ‘rantsal dönüşüm’ durum dolaysıyla sağında, solunda ki ev ve binaların adeta bombalanmış, yakılmış, yıkılmış, Suriye, Gazze, Ukrayna görüntüsü arasında benden beter sıkışıp, ayakta kalmaya direnen evime yaklaşıp, yağan yağmur damlalarını bir başka güzelleştiren ışıklarla donatılmış olan sokağın da yerimde kala, kalıp, duruyorum.

Ve her an yıkılacak gibi duran balkonlarına çıkıp, yağmurdan çok, beni, ‘gece yarısı sokakta duran bu yorgun adam’ı merakla izleyen gözler eşliğinde ormanlarıyla, Şap’a tutulan hayvanları ile yanmakta olan doğayı ıslatıp, soğutan yağmurun her gün biraz daha yorulan ve artık sanal tik, tok kadar bile sesini duymadığım kalbimi, 56’sına koşarken, ‘poşet ister misiniz?’ diyen kasiyerin ‘hayır’ cevabı ardından elindeki poşeti büzüp, içi boş şeklinde kenara attığı gibi halde olan buruşmuş yüreğime de damlasın diye bir anda ‘duran adam’ değil, ‘yerinde durmuş adam..’ oluveriyorum..

Ve öyle yapıyor, sudan çıkmış balık misali üzerime yağan yağmurun her damlasının ıslattığı başımdan, kaşlarım arasında süzülüp, yanağımdan akıp, kuruyan dudaklarımı ve her şeyi ile yorgun ama direnen, teslim olmak istemeyen vücudumu su içinde bırakmasına izin verdikten sonra sabahın tanlanmasına kadar doğa gibi özlediğim yağmurun sesi ile gece karanlığını olmazsa da etrafı mı, çevremi, vilayet denen kentini, ülkemi aydınlatma adına, yazıyor, yazıyor ve yazıyorum..

Ve bir an dönüp, ‘İlişkilerin kırılma noktası olan şey size göre nedir? diye sizi kendi yerime koyup, kendime soruyorum..

Ve, ‘Yokuş aşağı, arabanızın freni patlamış ve çok sevdiğiniz aracınızın hızla çarpacağı duvara doğru ilerlerken, el freni ile ya da vites küçülterek arabayı durdurmaya çalıştığınız fakat bunların bir işe yaramadığını anladığınız nokta ile benzetilebilir mi?’ diye sorularıma devam ediyorum..

Ve yoksa benim gibi ‘Bunca zaman ne yaptıysam, ne ettiysem olmadı’ diyerek yerin de kalıp, kala kaldığın yerde yere oturur, arabanın önünü ne çıkana çarpmasını bekler, güzel yaşanmışlıkları hatırlar, hüzünlü bir şekilde gittikçe hem hurdaya dönmüş aracınıza hem de onca çarpılmalara karşın ayakta dik durmaya devam eden duvara baka kala kalırsınız..

Çünkü hayat denen süre içinde kullandığınız araç, çarptığı duvarın dibinde darmadağın olup, hurdaya dönmüştür.. Hızınızı gösteren saat’te, ‘Ve Zamanda durur!!! Adıyaman’ın simgesi artık deprem saatini gösteriyor.. Deprem olduğu anda duran saat kulesi….’ mesajı ile paylaşıldığı gibi sizin de o heyecan veren, tatlı anların yaşandığı anlar, anılarınız artık bitip, durmuştur..

Ve, ‘bu kez daha iyi olacak..’ diyerek başlattığınız her ilişkiniz iyi olmayan bir sonla bitmiştir. Ve zaten hayatın son saatleri de bitmiş, gelmiş, o kara toprakla sonlanan son’a yani diğer adıyla THE END satırlarını, onca filmin oynatıldığı sinemanın değil, kapanmak üzere olan hayat perdesine yazmaya başlamıştır.. Yada kendinizin kurguladığı filimin bittiğini anlamak istemeseniz de olan olmuştur.. Belki de bardağı taşıracak son damlanın beklendiği zaman gelmiştir..

Ve mutlu olmak ve kendini özel hissetmenin amaç olduğu ilişkilerin artık sonu gelmez kavgaların, birbirini sürekli yermenin, olur olmaz şeyler ile karşındakini üzmenin sahnesi olup çıkmıştır. Çünkü tekrar, tekrar oturup, konuşup, yazmakla sorunları halletmeye çalışmakta bu saatten sonra pek işe yaramadığını da geçte olsa anlamışsınızdır.. Yarasa bile sadece bir hayal ürünü olarak öyleymiş gibi gözükür. Şimdiki gençler gibi az bir zaman sonra tekrar aynı noktaya gelinir.

Bu yüzden, her ne kadar ‘Haydi bir daha yeniden.. Yeni bir beyaz  sayfa daha açalım mı?’ demeden son noktaya gelindiğinin hissedildiği an yaşanmış, yazılmış sayfalara virgül konulamayacağı gibi her iki tarafın iyiliği için ‘Bu kez belki’ denenerek hayal edilen umut tutmaz.

Ve bir zamanlar çok tatlı denen ilişkiye, yaşanmışlıklarla, bir hayli yorulmuş sayfayı acıtmadan, delmeden sakince yaşanmış sayfaların sonu olan sayfaya nazikçe son noktayı koymalı ve bir zamanlar ‘aşılamaz’ denen kaleleri aşıp, kalpler de buluşulan o yollar artık ayırılmalıdır. Çünkü en azından o süre zarfı içinde yaşanan mutluluklar güzel anılar olarak kalırken, yeni mutsuzluklar da yaşanmamış olur.!

Bunun adına da, o beklenmedik bir anda başlayan, öyle yada böyle başlatılan ilişkilerin bir geleceğinin olmadığının anlaşıldığı an söylenen ‘Senden ne köy, nede kasaba olur..’ şeklinde ki o ünlü sözdür..

Yani, ‘Kızım sana diyorum, Gelinim sen duy’ dediğimi sansanız da aslında direk olarak, ‘Bu saatten sonra senden de, benden de ne köy, ne kasaba hatta kasaba ile kent arasında sıkışan Ardahan gibi vilayet bile olmaz..’ deyip, bu sıkışmışlıktan çıkmak için en kısa yolun arandığını benden beter yaşamışlıklarınızı düşünüp, benim gibi ‘Özel Hayat Anlatılır mı?’ yada ‘Cumartesi yazıları’ adlı başlıklarını koyup, yazıya döküp, Umay Umay’ın ‘Oruspu Kırmızı’ kitabı gibi bir kitap yazamazsanız da yani mahalle baskısı denen baskı dolaysıyla çaktırmasanız da bu yazım beni olduğu gibi sizi de anlatmaya çalıştığını anlamışsınızdır..

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER