Hala tartışılan ve resmi kayıtlarda ‘Terörist’ yada ‘yasa dışı bir örgüt’ veya elini, kolunu sallayarak Şam’a doğru giderken bir anda ‘İsyancı örgüt Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) lideri yani kendince aldığı karar ile kendisini cumhurbaşkanı ilan eden bugünkü Suriye’nin cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera (Culani) ülkemize geliyor.
İsrail’in 50 binin üzerinde insanı öldürüp, mezarlığa çevirdiği ve Trump ile birlikte turisttik kent yapmaya hazırlandığı Gazze’den sonra Lübnan’a oradan da Culani’ye yol verip, girdiği Suriye’nin babasından kalma diktatörlükte ısrar eden Esad yönetimini devirerek Şam’da ve diğer kentlerde kontrolü sağlayan ve zaten yıllarca bir kişinin emrinde olan Anayasa ve kanunları fes edip, yine bir kişiye yani ‘tek adam olarak’ her şeyi kendisine bağlayan Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) lideri, pardon Suriye’nin yeni lideri denilen ama başta ABD ve Avrupa’nın güç verdiği söylenen SDG ve Türkiye’nin de destek verdiği söylenen silahlı güç SMO’nun ‘Hışttt burada bizde varız..’ deyip, çokta tanımadıklarını mırıldadıkları Ahmed eş-Şera bugün Türkiye’de olacak..
Evet, Cumhurbaşkanımız hala gidemediyse de, MİT Başkanımızın namaz kıldığı, eski MİT Başkanı yeni Dışişleri Bakanımızın elinde çayla Kasiyun dağında manzara seyrettiği Şam’da ki Emevi camisinin de içinde olduğu bölgelerin kontrolünü eline aldıktan sonra gittiği kara petrolün yeşil dolarlara döndüğü Arabistan’da Umre ziyaretini de yaptıktan sonra geldiği ülkemizde onca cumhurbaşkanları, başkanları, başbakanları yolcu eden ve ‘Suriye’nin sarı yakası ne olacak?’ başlıklı sorular sormasını beklenen Cumhurbaşkanımız ve iktidar partisi AK Parti Genel Başkan Erdoğan ile görüşecek.
Bu önemli denen görüşmenin yapılacağı ülkemizde diğer bir konuda İmralı’da bulunan ve terörist başı denen ama bugün resmi olmazsa da Bahçeli tarafından meclise çağrılan ve yeni bir gölek giyip, kravatta takıp, takmayacağı konuşulan Öcalan’ın mecliste gelip, gelmeyeceği ve Kandil başta olmak üzere Ortadoğu’da ki silahlı güçlere ‘silah bırakın’ deyip, demeyeceği de konuşulurken ülkemizin de içinde olduğu bir çok ülke kayıtlarında GBT’si bir hayli dolu olan Ahmed eş-Şera (Culani) ile Erdoğan’ın görüşmesini tüm dünya gibi bende yakından takip edeceğim.
Ve bu önemli görüşmeyi bir gazeteci olmanın yanında bir Kürt olarak daha dikkatli izlemeye hazırlanıldığım bir sırada faturaları cep yakan elimde ki telefonun ekranında dolaşırken gazeteci dostum, rahmetlin Ümit Kılıç ile birlikte rakılı masada buluştuğumuz rahmetli Karslı hemşerim meslektaşım Tayfun Talipoğlu’nun seslendirmesi ile anlatılan ‘Muaviye’nin Dişi Deve Hikayesi’ başlıklı yaşanmış denen ama hep yaşanan o konuyla ile karşılaşıyorum.
Yeniden rahmet dilediğim Tayfun Talipoğlu’nun o güzel sesi ile bir kez daha dinlediğim bu hikayeyi anlatan onca yazı ve yorumu da bulup, yazılı olarak okurken Tayfun Talipoğlu’nun sanki ‘Ne yazayım?’ diye sabahın erken saatlerinde bilgisayarın başına geçen beni his edercesine bugünkü yazımın başlığını da bulmama yardımcı olduğunu anlıyorum.
Çünkü dün başka, bugün başka gömlekle yetinmeyip, 20 yıl süren kanlı bir süreç sonunda yedi ayrı egemen ülkeye bölünmesi dağılan dünkü Yugoslavya’dan çıkan Hristiyan Hırvatların moda dünyasına kazandırdığı kravatla karşımızda Culani’nin hikayesi de aşağıda anlatılan hikâyeden ne kadar farklı olduğunu merak edip, bir kez de sizin okumanızı ve aradaki farkı bulmama ve sabah sabah ortaya çıkan bu üzerinde düşünülmesi gereken merakımı gidermeme yardımcı olmanızı rica edeceğim.
İşte o hikaye denilen ama hiçte hikaye olmadığı gibi hiç güncelliğini kayıp etmeyen Suriye’de yaşanmış dene ama bugünkü medya ve basınında aracılığı ile her yerde yaşanan o hikaye denen ‘Muaviye Ali ve deve Hikayesi’ başlıklı gerçek..