Bir kez daha tek tek teşekkür ettiğim dostlarımın katılımıyla gece geç saatlerine kadar süren ve gazeteci kızım Şeyma’nın muhteşem bir katılımla biten düğününün ardından ele aldığım bugünkü yazımı cep telefonum aracılığıyla polis karakolun bekleme salonunda yazdığı baştan belirteyeyim..
Çünkü “Ayna var..’ denen ama dökülen saçlarımı taramak, alışkın olmadığımdan dolayı kravatımın bir türlü doğru dürüst yakasında durmadığı gömleğimi düzeltmek için aradığım Aynayı göremediğim polis karakollarının birisine davetliydim..
Evet.. Dost, eş, arkadaş, akrabanın davetimizi kabul edip, doldurduğu salonumuzda bize büyük mutluluk ve şerefle verdiği ve gazeteci kızım, Şeyma Özlem Yılmaz’ın, Doğu, Baran, Mücahit’ten sonra 4. oğlum olarak aileme kattığım Alperen Damgacı ile hayatını birleştirip, Damgacı soy ismiyle kendi evinde devam edeceği hayatına etmek üzere yol aldığı akşamı güzel bir sonla bitirip, evimize döndüğümüz günün sabahında telefonla beni arayan polis memurunun nazik bir ses ile beni İstanbul, Kartal polis karakoluna davet ediyordu..
Ve Ardahan’ın yıllardır beklediği o trenlerin gelip, geçtiği ve durması için bir durağının yapılmadığı tren raylarının birisinin üzerinde gelip, geçtiği alt geçidin de köprü altı yazarlar değil, küçük bir bahşiş karşılığında zevkle dinlenen sokak sanatçılarının ‘okudum, okudum insan okudum..’ başlıklı türküleri eşliğinde yaya olarak her nedense etrafının olağanüstü bir şekilde beton ve demir bariyerlere çevrili polis karakoluna yaya olarak gidiyordum..
Bu arada telefonla yapılan davet üzerine gittiğim polis karakolun yanı başında bulunan önündeki merkeple kitap okuyan “Eşeklik kütüphaneci Mustafa Güzel Gözün heykelini incelerken kendisinin her an saldırıya uğrayacağım düşünüp, etrafına beton ve demir bariyerlerle saran giriş kapısını zor bulduğum polis karakolunun ve diğer kamu binalarının korumakla sorumlu olduğu kamuoyunu resmi kurumlarının, bir yandan “mekaplarının numaralarına kadar biliyoruz” deyip diğer yandan bu ülkeye her gün, her an saldırı olacakmış diyen bir intiba veren bu kötü imajını üzülerek dağda cephedeymiş gibi giydiği çelik yelekle tam donanımla beni karşılayan nöbetçi polise bir değil, iki şikayetin olduğunu ve ifade vermem için davet edildiğimi belirtip, adli evrak odasına yönlendiriliyorum..
Başta, hepimizi olumsuz yönde etkileyen ekonomik sıkıntılardan mı, yoksa, pazartesi sendromundan mı belki de etrafı beton ve demir bariyerle çevrili bir yerde olmanın stresinden mi bilmem ama bir hayli gergin olan ama yine de gelene, selam verme adına adete zorla gülümseyen bir yüz ile yine de ‘merhaba’ diyen polisleri geçip, girdiğim oda da bulunan sivil iki bayana, ifade için davet edildiğimi ve ifademi vermeye geldiğimi belirtiyordum..
Benden beter gergin olduğu yüz hattı ve konuşmasından anladığım bayanın birinin, ‘Kim aradı, ne zaman aradı, arayanın numarası var mı?” diye sorgulayıcı bir tavırla beni cevaplıyordu..
‘Polis mi, yoksa düğünümüzde bizi yalnız bırakmayıp, şereflendiren onca dost, akraba, eş, arkadaş, akraba gibi mutlu günümüzü bizimle paylaşan, mühendis adayı olan yakışıklı oğulun anası Hayriye yengem gibi karakol memuru mu acaba?’ diye düşünüp, yüzüne bön bön baktığım karakol çalışanı bayanın cevap veremeyeceğim anlayıp, ‘salonda bekleyin arkadaş gelir birazdan..’ deyip, beni nazikçe geri ittiği odan geri çıkıp,, bahsi geçen polis memurunun gelip, ifademi almasını bekleme adına aynı karakolun salonunda bulunan bank’a sükûtça oturuyorum..
Ve bende bahsi geçen memurunun gelmesi için beklerken ‘zaman kazanma..’ adına ve acar muhabirimiz, grafikerimiz, baskıcımız, dağıtımcımız Baran’ın ‘Abi hani yazı, gazete baskıya girecek lütfen yapma şunu, bekletme bizi ve gazeteyi’ dememesi için ‘Bende beklerken bugün kü yazımı yazayım..’ diyor ve karakolunun koridorunda gelip, geçenleri izleyerek, bugünkü yazımı yazmaya başlıyordum..
Ve yazıma devam edip, yarısına gelmeden o polis arkdaş geliyor ve beni tanıyormuş gibi gülen güzel bir yüzle, ‘Gazeteci Fakir Yılmaz mı?’ diye ve ifademi almak için az önce geri itildiğim odaya, geri içeri buyur ediyordu..
Ve olduğum ortamın etkisiyle, “Düğünden çık, Karakola git’ adın koyduğum yazıma buradan son verip, sizin merak ettiğiniz gibi benimde neden karakola çağrıldığımı öğrenmek ve ifade vermek için ‘Devamı yarın ki yazımda..” diyerek içeri geçiyorum..
Ve muhteşem geçen bir gece sonunda düğünümüze gelen, gelemeyip, telefonla, mesajla, ibanla, çiçeklerle ve gazeteci arkadaş, dostun, meslektaşın haberleri ile geride bıraktığımız mutlu günümüzü kutlayan ve ömür oldukça iyi günlerinde, kötü günlerinde gerek bir insan, gerekse bir gazeteci olarak yanlarında olduğum, olacağım tüm dostlara bir kez daha teşekkür ettiğim bir sonla biten düğünümüz ardından neden karakola davet edildiğimi yarın ki yazımda anlatacağım diyordum..
Ve türkücü başkanın adına, ‘Al/Yapıştır’ la şikayet dilekçesi hazırlayan Avukatının iddiaları için karakola çağrıldığımı öğrenip, ara verdiğim yazıma, ‘devamı yarın..’ diyerek, az önce geri itildiğim odadan içeriye geri giriyorum, ifade vermeye geçiyorum..
Tabi göz altına alınıp, Demirtaş, İmamoğlu gibi siyasilerin yanı sıra onca gazeteci arkadaşlarım gibi tutuklanmazsam..