Türkiye’de 31 Mart yerel seçimleri, sadece sandık sonuçlarının değil, aynı zamanda halkın güven krizinin de bir aynası olarak karşımıza çıktı. Seçim sonuçlarına baktığımızda, 61 milyonun üzerindeki seçmenin sadece yüzde 78.55’inin sandık başına gittiği ve yaklaşık olarak 21.45 milyon seçmenin ya oy kullanmadığı ya da geçersiz oy attığı gerçeğiyle karşılaşıyoruz.
Ancak, bu rakamların ötesinde, seçmenin duygusal mesajı çok daha derin. Gerek seçim sonuçlarından gerekse de seçmenin yüksek oranda sandığa gitmemesi, siyasete ve siyasi aktörlere olan güven krizini gözler önüne seriyor. Seçmenin dörtte biri, hatta her üç kişiden biri, seçimlere katılmayarak dolaylı olarak siyasi sistem ve aktörlerine güvensizliğini ortaya koyuyor.
Siyasetçiler, seçim sonuçlarını değerlendirirken, seçmenin verdikleri mesajı dikkate aldıklarını iddia ediyorlar. Ancak, gerçekten aldıkları mesajı doğru anlamak için, seçmenin neden sandığa gitmediğini, siyasi sistem ve aktörlerine olan güvensizliklerinin kaynaklarını sorgulamaları gerekiyor.
Siyasetin temelinde, halkın iradesini temsil etme ve onların çıkarlarını koruma yatmaktadır. Ancak, son seçimlerde ortaya çıkan tablo, siyasetin bu temel işlevini yeterince yerine getiremediğini ve halkın güvenini kaybettiğini açıkça ortaya koyuyor. Siyasetçiler ve siyasi partiler, halkın gözünde güven duygusunu kaybetmiş durumda. Bu artık sadece bir varsayım değil, verilerle de desteklenen bir gerçek.
Siyaseti ve siyasetçileri eleştirmek, sadece birkaç kişinin veya bir kesimin değil, geniş bir seçmen kitlesinin hissiyatını yansıtmaktadır. Seçmenin sessiz çığlığı, artık duyulmayı beklemiyor, çözüm bekliyor. Siyasetin güven krizini aşması ve halkın yeniden güvenini kazanması için köklü adımlar atılması gerekiyor. Aksi halde, siyasetin geleceği karanlık bir tablo olarak karşımıza çıkmaya devam edecek.